22 Kasım 2020 Pazar

Yalanın Siyaseti - Yalın Alpay

Daha önce internette çeşitli konuşmalarını dinlediğim Yalın Alpay'ın "Post-Truth" kavramını anlattığı "Yalanın Siyaseti" kitabı hızlı bir şekilde okunabilecek, içinde yaşadığımız dönemi anlamamızı sağlayacak güzel bir kitap olmuş. Yazar, Oxford Sözlükleri tarafından da 2016 yılında yılın kelimesi seçilen "Post-Truth" kavramını "Hakikatin Önemsizleşmesi" olarak çevirerek söz konusu kavramla ilgili anlam karmaşasını biraz olsun ortadan kaldırıyor. Kitap, genel olarak iki kısma ayrılmış diyebiliriz. İlk kısımda hakikatin önemsizleşmesinden, ikinci kısımda ise mantık ve safsatadan bahsediyor. 


İlk kısımda hakikatin önemsizleşmesi kavramından bahsettikten sonra gerçek-hakikat ayrımı, postmodernizm ve popülizm konularına değiniliyor. Ancak, buradaki akış bana göre okumayı zorlaştırmış. Önce modernizm, postmodernizm  ve popülizm tarihsel bir akış içerisinde verildikten sonra hakikatin önemsizleşmesine değinilseydi, bence biraz daha rahat okunurdu. Bunun yanında, komplo teorilerinin bulunduğumuz dönemde neden ve nasıl daha fazla taraftar topladığı ve sosyal medyanın hakikatin önemsizleşmesindeki rolü de güzel bir şekilde anlatılmış.

İkinci bölümde ise safsata çeşitlerini anlatmaya başlamadan temel kavramların verilmiş olması okumayı kolaylaştırmış. Mantıkla ilgili tanımlamalar, bunları önceden bilenler için biraz sıkıcı gelebilir, ancak benim gibi sosyal bilim temelli olmayanlar için yerinde olmuş.  Kitap genel olarak bol alıntı içeriyor. Bu nedenle zengin bir kaynakça bölümüne sahip. Benim kitaptan altını çizdiğim noktalar ise şöyle:

"Gerçeklik, var olanın bir özelliğidir. Bilenden, bilinçten bağımsız olarak var olan şeylere ilişkin bir niteliktir. Bilgi felsefesinin (epistemoloji) değil, varlık felsefesinin (ontoloji) konusudur."

"Gerçek, nesnel gerçekliği, hakikat ise nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını dile getirir. İki kavram arasındaki farkı bir örnekle göstermeye çalışacak olursak, 'Dünya' gerçek, 'Dünya yuvarlaktır' yargısı ise hakikattir (doğrudur)."

"Hakikatin önemsizleşmesi kavramı, Oxford Sözlükleri tarafından bir sıfat olarak, 'nesnel olguların, kamuoyu oluşturmada, duygulardan ve kişisel inançlardan daha az etkili olması durumu' şeklinde tanımlanmaktadır (Oxford Dictionaries, 2016)."

"Komplo teorileri, hakikatin önemsizleşmesi döneminde iyice karmakarışık, hayret verici ve muğlak hale gelen hakikatin üzerini basit açıklamalar getirerek örtmeyi mümkün hale getirir (Brotherton, 2015)... Yani komplo teorileri, bizim inanmayı istediğimiz şeyleri, aşırı basitleştirilmiş ve delillere değil, tahminlere ve önyargılara dayanan bir şekilde inanabilir kılmaya yararlar."

"Belirsizliğin ve düzensizliğin hâkim olduğu bir postmodern dünya tasarımında hakikatin var olup olmadığı tartışmalı hale gelmiştir ve var olduğu şüpheli olan bu hakikatin akılla bulunabileceğine ilişkin inanç da sarsılmıştır... Kısacası her şey görecelidir ve hiç bir bilgi kesinlik iddiasında bulunamaz."

"Hakikatin önemsizleşmesi, bizleri bilgisayarlarımızın, cep telefonlarımızın, tabletlerimizin başında yakalamakta ve bizi rasyonel akıl yürütmeden, muhakeme yapmaktan, kuşkulanmaktan, hakikate ulaşmak için delil aramaktan uzaklaştırmakta..."


















24 Mayıs 2020 Pazar

Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık - Murat Gülsoy


Bu kitabı, kurmaca şeyler yazmak üzerine merak salmaya başladıktan sonra Murat Gülsoy'un yaratıcı yazarlık atölyelerine katılan bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum ve beğendim. (Kitabı elime aldığımda ilk olarak yazar ile meslektaş-mühendis ve akademisyen- olduğuma şaşırdım:) Yazar, kitabın yarısında yazma ile ilgili teknik konulara değinirken bunu okuyucunun canını sıkmadan beğendiği metinlerden örnekler vererek yapıyor. Kitabın diğer yarısı ise daha çok yazma konusunda farklı bakış açıları sunuyor. Kitap, özünde genel geçer uygulanan kurallar olduğunu söylemekle birlikte bu kuralların yıkılabileceğini, kesin şeyler olmadığını söylüyor. Ayrıca kitapta ucu yazmaya dokunan çeşitli konularda güzel tespit ve yorumlar da mevcut. Kitapta yazmak üzerine altını çizdiğim o kadar çok yer var ki... Ancak, burada sadece yazmak ile ilgili teknik konular haricindeki yaratıcılık ve edebiyat ekseninde bahsedilenlerden önemli gördüklerimi yazmakla yetineceğim:

"Her edebiyat yapıtı kendinden önceki yapıtlarla bir ilişki içindedir. Dolayısıyla var olan yapıtlara bakarak, onları farklı açılardan okuyup değerlendirerek edebiyat yapıtlarının nasıl meydana çıkmış olduklarını anlamaya çabalayabiliriz. Bu nedenle okumak, yazmaya başlamanın ilk adımıdır diyebiliriz."

Yazmaya yönelik ilk tavsiye tabi ki de okumak; ama zaman geçirmek için unutmak üzere okumak değil. Eleştirel bir gözle okumalıyız. Hatta bence kitabı okuyanlarla yazılanları tartışmalıyız.

"... günümüzde dinsel inançlar kimlik siyasetinin kullanışlı araçları haline gelmişse de insan hayatı geri döndürülemez bir şekilde dünyevileşmiştir. Her şey dünyevidir. İşte bu yeni insanın, seküler insanın ruhsal derinleşmeyi arayacağı yer sanat galerisidir, kütüphanedir, edebiyattır."

Bu tespit, dinlerin etkisinin azalmaya başladığı, deizmin ve ateizmin arttığı 21. yüzyıldaki insanın durumunu güzel bir şekilde özetliyor. Gittikçe yalnızlaşan 21. yüzyıl insanının ruhsal boşluğunu dinlerin yerine sadece sanat ve edebiyat ile doldurması belki biraz yetersiz kalacak. Bu boşluğu doldurmak için başka manevi yönelimler ve teknolojinin getirdiği şeyler ile de doldurulması mümkün olabilir. 

"Tıkanma anları olmuyor mu?... Bu gibi durumları daha önce yazdıklarımı okuyarak aşıyorum. Bazen de bir resme ya da başka birinin yazdığı bir metne yoğunlaşmak da zihnimi açıyor. Örneğin bir öykü okuyup ben olsam nasıl yazardım diye düşünerek birçok yararlı düşünceyi uyandırdığımı bilirim. Ya da insanlar... Onların söylediklerini dinlerken aslında neleri söylemek istediklerini ya da neleri söyleyemediklerini hayal etmenin birçok yaratıcı düşünceye kaynaklık ettiğini söyleyebilirim. Tıkanıklığı aşmanın bence tek yolu, o andaki zihinsel durumu değiştirmek. Bunu herkesin kolaylıkla başarabileceğine inanıyorum. Çünkü zihnimiz hep değişimleri kovalayan bir çalışma şekline sahip. Farklılıklar, şaşırtıcı durumlar ve biraz da gerginlik insan zihnini açan etmenler."

Yazarken tıkanıklığı aşmanın muhtemel yolları, aslında içinde yazma olan veya olmayan problem çözmeye çalıştığımız her durumda uygulanabilir. Buradaki temel nokta olan mevcut zihinsel durumumuzu değiştirmek. Tıkandıysak yaptığımız şeye daha çok abanmak yerine masadan kalkıp başka şeyler yapmalıyız. 

Bunun yanında, kitapta yaratıcılık konusu da detaylı bir şekilde işleniyor. Örneğin, uyku ve uyanıklık arası durumu belirten "hypnagogia"nın, Aristoteles'ten Nietzsche'ye kadar birçok önemli isim tarafından yaratıcılığın kaynağı olarak görüldüğünden bahsediliyor. Yaratıcılıkla ilgili kitapta yer alan şu tespitleri de çok sevdim:

"Yaratıcılığı, yolda bir düğme bulup sonra ona uygun bir elbise diktirmeye benzetenler için bu tarz bir süreç (hypnagogia) çok yabancı olmasa gerek."

"(Rollo May'in) Matematikçilerden, fizikçilerden yaptığı alıntılar, uzun süre bir problemin çözümü üzerinde çalışan ve sonra yorgun düşen zihinlerin daha sonra bambaşka bir ortamda, bir rüyada (uykuyla uyanıklık arasında) ya da akla gelişini örnekliyor."

Gerçekten de bu tarz bir problem çözme tecrübesini bir çoğumuz yaşamışızdır. Aklıma uzun süre üzerine düşünüp çözemediğim bir problemi, sabaha karşı uykumda çözüşüm aklıma geldi. Sabaha karşı 5'te yataktan "1/T" diyerek uyanmıştım :) Bir probleme odaklandığımızda her zaman çözmemiz mümkün olmayabiliyor. Onun yerine zihnimizi başka şeylere odaklamak, hatta mümkünse uyumak veya uyuklamak faydalı oluyor. Beyin zaten arka planda problemi çözmek için uğraşmaya devam ediyor.

"Jale Parla'nın çok daha güzel ifade ettiği gibi, her büyük roman, kendinden önceki roman geleneğine bir başkaldırıdır. Bu önerme, başkaldıran romanın geleneği bildiği ve onunla hesaplaştığı bilgisini de barındırır."

Bu alıntı, aslında her alanda geleneği yıkan yeni fikirlerin ortaya atılışında karşılaşılan zorlukları da özetliyor. Otoriteyi elinde tutanlar kendi konumlarını kaybetmemek veya kendi fikirlerinin öneminin azalmaması için büyük direnç gösterirler. Buradan çıkarılması gereken diğer bir ders ise bir atılım yapmak için o zamana kadar yapılmış olanları bilmek gerekliliğidir. Bu incelemeyi, edebiyatın önemini anlatan şu alıntıyla bitiriyorum:

"Edebiyat yapıtlarını derinlikli kılan, onları önemli yapan şey, sordukları sorulardır. Edebiyat, yanıtlar üretmekten çok, soruları çoğalttığında ilginçtir."

5 Mayıs 2019 Pazar

Homo Deus (İnsanın Yeni Gündemi) - Yuval Noah Harari

Harari'nin "Sapiens"ten sonra kaleme aldığı "Homo Deus", insanlığın geleceğine yönelik öngörülerde bulunurken, gelecek hakkında da düşünmemizi sağlıyor. Bir kehanet kitabı olarak algılanması doğru değil. İnsanlığın içinde bulunduğu mevcut durumunu ve sahip olduğumuz/muhtemelen olacağımız bilimsel ve teknolojik gelişmelerle birleştirerek geleceğin tarihini yazıyor. Kitabın ilk bölümünden altını çizdiğim yerler şöyle:

"Tarihte ilk defa çok yemekten ölen insan sayısı, gıdasızlıktan ölen insan sayısından daha fazla. Enfeksiyona bağlı ölümler azalırken, yaşlılığa bağlı ölümler giderek artıyor; askerler, teröristler ve suçlular tarafından katledilenlerin toplamından fazlası kendi canına kıyıyor. 21. yüzyılın başında ortalama bir insanın McDonald's menüleriyle tıkınmaktan ölme ihtimali, kuraklık, Ebola virüsü ve El-Kaide saldırısında hayatını kaybetme ihtimalinden çok daha yüksek."

İçinde yaşadığımız dünyadan şikayetçi olsak da şu verilerin farkında mıyız?

"Yangının olmadığı bir dünya ve bu dünyada bir itfaiyeci olduğunuzu düşünün... İşte şimdi insanlık da 21. yüzyılda daha önce hiç duyulmamış bir soruyu kendine sormak zorunda. Bundan sonra neyle oyalanacağız?"

Bu tespit çok önemli. Zira makineleşme arttıkça insanlık olarak yeni iş sahaları yaratmamız ve bence kesinlikle Bertrand Russell, Paul Lafargue gibi düşünürlerin de önerdiği gibi çalışma saatlerimizi azaltmalıyız. Bu kadar çok insan işsizken ve daha da fazlası işsiz kalacakken bu kadar çok çalışmamız için bir neden yok.

"Kötü olansa hoş duyumların kısa sürede yatışıp nahoş duyumlara evrilmesidir. Dünya Kupası'nı kazandıran gol bile hayat boyu saadetin anahtarı değildir. Öyle ki o andan sonra her şey yokuş aşağıya bile gitmeye başlayabilir. Geçtiğimiz sene beklenmedik bir terfi almış olsam da haberi aldığımdaki güzel hisler birkaç saatte yitip gidecektir. O harika hisleri yeniden yaşamam için yeniden terfi almam gerekir. Yeniden ve yeniden. Yeniden terfi alamayınca sıradan bir piyonken hissedeceğimden çok daha üzgün ve öfkeli hissedebilirim. Tüm bunlar aslında evrimin bir hatası. Biyokimyasal sistemimiz nesilleri boyunca mutluluğumuzu değil, sağ kalma ve üreme ihtimalimizi artıracak şekilde evrildi. Biyokimyasal sistemimiz, sağ kalmaya ve üremeye yardımcı olan davranışları haz veren duygularla ödüllendirir. Bunlar sadece geçici hilelerdir. Açlık hissinden kurtulmak ve keyifli orgazmların tadını çıkarmak, yemek ve eş bulmayı gerektirdiği için mücadele ederiz. Ancak haz veren duygular ve keyifli orgazmlar çok uzun sürmez, o anları tekrar yaşamak istiyorsak dışarı çıkıp daha fazla yemek ve eş aramamız gerekir."

Yani yemek ve orgazm gibi bize haz veren şeylerin kısa sürmesi bizim evrimsel bir hatamız. Sürekli mutluluğu sağlama konusu ise kitapta detaylı olarak tartışılıyor.

"Mutluluğa giden yol, rekabet yada madalyalardan ziyade, heyecan ve sükunet dengesini korumaktan geçer..."

"Epikür yaklaşık 2300 yıl önce, ölçüsüz bir haz arayışının mutluluktan çok sefalete yol açacağı konusunda uyarmıştı. Ondan birkaç yüzyıl önce Buda daha da radikal bir iddiayla haz peşinde koşmanın sefaletin ve ıstırabın kaynağı olduğunu öne sürüyordu. Bu hazlar geçici ve anlamsız titreşimlerdir. Sonuçta tatmine ulaşılamayacağı gibi yeni deneyimler sadece daha fazla arzuya neden olacaktır. Dolayısıyla ne kadar keyifli ve heyecanlı duygular deneyimlersek deneyimleyelim, asla bizi tatmin edemeyeceklerdir.
Eğer ki, mutluluğu geçici hazlar olarak tanımlar ve daha fazlasını deneyimlemeyi arzularsam, bitip tükenmeyecek bir arayışa girmekten başka çarem olmayacaktır. Onlara eriştiğim anda da kolayca yok olacaklardır; geçmiş hazların sade anıları beni tatmin etmeyeceğine göre sürekli yeniden başlamam gerekecektir. Bu arayışla yıllar boyu devam etsem de, sürdürülebilir kazanımlara asla ulaşamayacağım gibi daha fazla haz arzuladıkça daha stresli ve doyumsuz olmam kaçınılmazdır. İnsanlar gerçek mutluluğa erişmek için haz arayışlarını hızlandırmamalı, aksine yavaşlatmalıdır."

Son cümle gerçekten çok önemli. Sürekli kısa süreli hazların peşinden koşmak bizi olduğumuzdan daha mutsuz yapabilir. İnsan doğası gereği bu kısa hazların peşinden koşmaya meyilli olsa da kendini daha uzun süreli bir mutluluk için eğitebilir.

31 Ocak 2019 Perşembe

Bulantı - Jean Paul Sartre

Bence okuması kolay olmayan bir kitap. İnsanı bazen depresif hissettirebiliyor. Ama yazarın istediği de hayatımızın  basitliğini ve tekdüzeliğini anlatmak. Zorlayıcı kısmının yanında, insanı aydınlatacak paragraflara sahip. Varoluşçuluğun kutsal kitabındaki beğendiğim yerler şöyle: 
  • "Yaşarken başımızdan hiç bir şey geçmez. Dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnız. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir şekilde birbirine eklenir durur; sonu gelmez tek düze bir ekleniştir bu. Ara sıra şöyle bir hesap yapılır: "İşte üç yıldır yolculuk yapıyorum. Bouville'e geleli üç yıl oldu." denir. Başlangıç olmadığı gibi son da yoktur. Bir kadın, bir dost, bir kent bir kerede terk edilemez. Hepsi birbirine benzer zaten. Aradan iki hafta geçince, Şanghay, Moskova, Cezayir birbirinin aynıdır. Kimi zaman (pek sık değil), durumu gözden geçirir, bir kadına bağlandığınızı, kötü bir işe girdiğinizi fark edersiniz. Göz açıp kapayıncaya kadar sürer bu. Sonra geçit yeniden başlar, saatleri ve günleri birbirine eklemeye koyulursunuz. Pazartesi, salı, çarşamba. 1924, 1925, 1926. Yaşamak budur işte. Ama hayatınızı anlatırsanız, her şey değişir."
Bu paragraf bana Big Fish filmini anımsattı. Şöyle bir replik vardı: "İnsan ne kadar çok öykü anlatırsa o denli ölümsüzleşir.". Herkes farklı hayatlar yaşıyor olabilir. Ama herkesin bir rutini var. Şartlarımız neyse onu öğreniyor ve duruma alışıyoruz. Bu rutinden kurtulmanın yolu, sözlü veya yazılı olarak anlatmak: Yaşadığını veya yaşamak istediğini, gördüğünü veya görmek istediğini, hissettiğini veya hissetmek istediğini.


  • "Yüzlerindeki çizgileri, göz kenarlarındaki kırışıklıkları, haftalık çalışmanın verdiği acı yorgunlukları ortadan kaldırmak için bir tek gün vardı ellerinde, tek bir gün. Dakikaların ellerinden kayıp gittiğini duyuyorlardı Pazartesi sabahı dokuzda evden çıkmak için gerekli gücü toplayacak zamanı bulacaklar mı acaba?Deniz havası canlandırıyordu onları. Derin derin solumaları bundan ötürü. Uyuyanlarınkine benzeyen, düzenli ve derin soluyuşlardan başka hiç bir şey, canlı olduklarını göstermiyordu."

İşini sevenler iyi de, ya işini sevmeyenler? Dünyada bu kadar çok insan varken, bir kısmı işsizlikten açken bu kadar çok çalışmanın anlamı var mı? Bu konuda Bertrand Russell "Aylaklığa Övgü" ve Paul Lafarge "Tembellik Hakkı" eserleriyle oldukça mantıklı teklifler sunuyorlar: Günde 8-10 saat çalışmak yerine 4 saat çalışalım ve yararlı aylaklık için vaktimiz kalsın. Şu anki düzende sadece tv izleyip internette dolanmak gibi pasif şeylere enerjimiz yetiyor. Ancak, daha az çalışırsak daha aktif olabiliriz ve hayattan daha çok zevk alabiliriz.

  • "Ben geçmişimi nerede saklayacağım? Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir eviniz olmalı. Gövdemden başka şeyim yok benim. Yapayalnız bir adam, salt gövdesiyle anıları durdurup saklayamaz. Anılar üzerinden geçip gider onun. Ama yakınmamalıyım. Çünkü özgür olmaktan başka şey istememiştim."
Özgürlüğün bedeli anıları saklayamamak mıdır? Ya da en özgür insan, hafızası olmayan veya çocuklar gibi hafızası en az olan mıdır? Bilemiyorum.

  • "Kırk yaşına gelince o minicik inatçılıklarını ve birkaç atasözünü deney diye adlandırmışlardır. Para atılınca bir şeyler veren makinelere dönmüşlerdir. Sol deliğe bir beşlik atınca yaldızlı kağıda sarılı kıssalar, sağdakine bir beşlik atınca, dişlere yumuşacık karamelalar gibi yapışan değerli öğütler alırsınız."
Kırk mı? Kırk çok erken değil mi? Ama hormon seviyesi azalınca daha tatlı oluyor insan galiba. Enerjinin başka bir yere akması lazım.

  • "Ödevini; bütün ödevlerini, evlat, koca, baba ve şef olarak ödevlerini yapmaktan geri kalmamıştı. Haklarını da istemekten çekinmemişti. Çocuk olarak sağlam bir aile hayatı içinde yetiştirilmek; mirasçı olarak lekesiz bir ad ve iyi bir işe sahip olmak; koca olarak iyi bakılmak, sevgi ve şefkatle karşılanmak; baba olarak saygı görmek; şef olarak tek söz söylenmeden baş eğilmek haklarını da istemişti. Çünkü hak, ödevin öteki yüzünden başka şey değildir."
Hayatta hiç bir şey karşılıksız değil. Birbirine temas eden herkesin mutlaka birbirinden bir çıkarı var. Yapılan fedakârlıklarda bile bir beklenti mutlaka var. Bu nedenledir ki, birinden bir şey istemeden önce o kişiye küçük de olsa bir iyilik yapmak, isteğimizin yerine gelmesini sağlayacaktır. İnsanız, inkâr etsek de doğamız bu...

  • "Senin değişmeyişin hoşuma gidiyor. Seni alıp başka bir yere götürseler, boyayıp başka bir yolun kıyısına dikselerdi, yönümü kestirmek için elimde hiçbir işaret bulunmayacaktı. Gereklisin bana; ben değişiyorum, oysa sen nasılsan öyle kalıyorsun, değişmelerimi sana bakarak ölçüyorum."
Hepimizin hayatında böyle insanlar vardır. Beklenen yolu izlerler. Değişmek istemezler. Kimi zaman rahatsız edici olurlar, kimi zaman da huzur verirler. Kişiliğimiz bu iki uç arasında gider gelir.

  • "Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum."
Galiba bu yüzden insanlar belli bir yaştan sonra tanışma faslını kısa tutup doğrudan evleniyorlar. Veya artık sadece günübirlik ilişkiler arıyorlar. Uzun uzun sevecek enerji kalmıyor otuzlu yaşlardan sonra.


  • "Bir insan her zaman hikâye anlatıcısıdır; kendi hikâyeleriyle ve başkalarının hikâyeleriyle çevrili yaşar; başına gelen her şeyi onlar aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır."
Bu son alıntı kitabı okurken dikkatimi çekmemişti. Ancak ayrı bir yayında incelemesini yaptığım Murat Gülsoy'un "Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık" kitabı Bulantı'dan bu alıntıyla başlıyor. Gerçekten de her insanın olayları anlayışları ve anlatışları farklıdır. Bu anlatılan olaylar daha sonra insanların zihninde farklı düşüncelere ve duygulara yol açıyor.









20 Ocak 2019 Pazar

Mutluluk Dediğimiz Şey - Sigmund Freud

"Mutluluk Dediğimiz Şey" kitabı Freud'un aforizmalarından oluşmakta. Beğendiklerim şöyle:

  • "Küçük meselelerde aklını dinle, büyüklerdeyse yüreğini."
  • "Özlem ve mahrumiyet biçimlerine bürünen aşk insanın öz saygısını azaltır."
  • "Günümüzde cinsellikle ilgili konularda, ister iyi niyetli olalım ister kötü, hepimiz ikiyüzlüyüz."
  • "Bireyin özgürlüğü uygarlığın getirisi değildir. Uygarlık yokken özgürlük tepe noktasındaydı."
  • "Faziletli insan, faziletsiz insanın gerçek hayatta yaptıklarını düşünde görmekle yetinir."
  • "Bütün nevrotikler ve insanların pek çoğu şu gerçeğe itiraz ederler: İdrarla dışkı arasından doğarız."
  • "Hangi şekilde kurtarılabileceğini herkes kendisi bulmalıdır."
  • "Asla cevaplanamamış ve kadın ruhunu araştırmaya verdiğim otuz yıla rağmen benim de cevabını bulamadığım o büyük soru şudur: Kadınlar ne ister?"
  • "Çoğu kimse özgür olmak istemez; çünkü özgürlük sorumluluk gerektirir ve çoğu kimse sorumluluk almaktan korkar."
  • "Saldırganlıklarını yöneltebilecekleri birileri olduğu müddetçe çok sayıda insanı birbirine sevgi bağıyla bağlamak mümkündür."
  • "Hızla değişen koşullara uyum sağlamaya gönülsüz tembel zihinler için tutuculuk hep benimsenmiş bir bahane olmuştur."
  • "Uygarlık, yaşam gereksinimlerinin baskısı altında ve içgüdülerimizin tatmin edilmemesi pahasına oluşturulmuştur."
  • "...mantıklı argümanla insanlık üstünde etki yaratılabileceği beklenmemelidir. Önyargıya karşı kimse bir şey yapamaz."
  • "Nevrotik kişiler hastalıklarından şikayet ederler ama hastalıklarının tadını çıkarmaktan da geri kalmazlar; iş, bu durumu konuşup geçirmeye gelince de yavrularını koruyan dişi aslan gibi savunmaya geçerler."
  • "İnsanların büyük çoğunluğu, hayran olacakları, karşısında boyun eğecekleri, onlara hükmedecek ve hatta bazen kötü davranacak bir otoriteye ihtiyaç duyarlar."
  • "Konu entelektüel uğraş oldu mu şöyle bir gerçek var: Düşünce alanında büyük kararlar, mühim keşifler ve problem çözümleri ancak tek başına çalışan bireyler için mümkündür."
  • "Din, gerçekliğin inkarıyla birlikte, mutlulukla iç içe geçmiş sanrısal bir karmaşadan başka bir yerde bulamayacağımız, arzu edilen yanılsamalarla dolu bir sistemdir. Dinin on birinci emri şudur: Sorgulamayacaksın."
  • "İnsanoğlunun en sevimsiz huyları ve kişilik özellikleri, hilekarlığı, korkaklığı, hürmetsizliği, çetrefilli bir uygarlığa tam anlamıyla uyum sağlayamamasından kaynaklanır. Bütün bunlar hep içgüdülerimizle kültürümüz arasındaki çelişkiden doğar."
  • "Hayat çok zordur; karşımıza bir sürü acı, hüsran ve imkansız vazifeler getirir. Yatıştırıcı çareler olmadan hayatın üstesinden gelemeyiz. Bu çarelere üç örnek sayabiliriz: acımızı dindirecek güçlü saptırmalar, acımızı geçirecek ikame mutluluklar ve acıya karşı bizi duyarsızlaştıracak uyuşturucu maddeler."
  • "Leonardo da Vinci hayatı boyunca pek çok yönden bir çocuk gibi kaldı. Bütün büyük şahsiyetlerin çocuksu yönlerini mutlaka korudukları söylenir. Leonardo da yetişkinken bile oyun oynamaya devam etti; onun çağdaşlarına nazaran daha gizemli ve muğlak durmasının sebeplerinden biri de budur."
  • "İnsan, hayatının anlamını ve değerini sorgulamaya başladığı anda hastalanır; çünkü ikisinin de nesnel bir varlığı yoktur. Bu soru tatmin edilmemiş bir libidonun, başka bir şey olduğunun itirafıdır ki bu da üzüntü ve depresyonla sonuçlanacak bir mayalanma sürecidir."
  • "Çocuk yapmayı, doğal bir ihtiyacın zaruri olarak giderilmesi gibi bir karmaşıklıktan çıkarıp kasıtlı ve üzerinde düşünülmüş sorumlu bir eylem seviyesine çekebilseydik insanlık adına en büyük zaferlerden birini kazanmış, doğanın koyduğu sınırlardan esaslı bir şekilde özgürleşmiş olacaktık."
  • "Dinin heybetini tam anlamıyla ölçmek isteyen bir kişi, dinin insanlık adına neleri üstlendiğini aklından çıkarmamalıdır. Din, insanlara evrenin başlangıcı ve kaynağıyla ilgili bilgi verir, onlara koruma ve nihai mutluluk vaat eder ve otoritesinin verdiği kuvvetle rehberlik eder."
  • "Çalışmaya önem vermek kadar bireyi gerçekliğe sıkıca bağlayan bir hayat idaresi şekli daha yoktur. Çünkü çalışmak en azından kişiye gerçeklik sınırlarında, toplum içinde güvenli bir yer sağlar."
  • "Din herkese eşit ölçüde kendi mutluluk edinme ve acıdan korunma yolunu dayatır. Tekniği, yaşamın değerini düşürme ve gerçek dünyanın imajını sanrılı bir biçimde çarpıtmaktır ki bu da ön koşul olarak zekânın sindirilmesini gerektirir. Din bu bedel karşılığında, ruhsal çocukluk halinde sabitleyerek ve kitlesel bir sanrıya sürükleyerek pek çok insanı bireysel nevrozdan korur. Ancak bundan daha fazlasını yapabildiği de yoktur. İnsanları mutluluğa götürebilecek birçok yol vardır ama bu yollardan hiçbirisi kesin değil. Din bile bu vaadi yerine getiremez. Eğer mümin en sonunda kendisini takdiri ilahiden bahsetmek zorunda hissederse kendisine kalan son bir teselli parçası ve çektiği eziyet içindeki keyif kaynağının koşulsuz teslimiyet olduğunu kabul ediyor demektir. Zaten buna hazırlıklı birinin bu yollara girmesi hiç gerekmeyebilirdi."